Sırasıyla, Web 1.0’dan, Web 4.0’a kadar uzanan internet yolculuğunda, teknolojinin yapabilecekleri sınırsız hale gelmeye başladı. İçerik tüketicisinden, üretici pozisyonuna geçtiğimiz, aynı zamanda tüketici rolümüzü de bir yandan sürdürdüğümüz, her yeni teknolojinin birbirine meydan okuduğu, aynı anda birçok şeyi tek bir araçla yapabildiğimiz bir izlekten bahsediyoruz. Tüm bunlar ilk etapta sınırsız bir alan gibi gözükse dahi bireysel anlamda değişime adapte olmak, bir yandan değişime karşı direnmek belki de bazı nedenlerle karşısında durmak ya da direnmenin ötesinde, değişime adapte olamamak arasında bocalama halinde olduğumuzu görmeye engel değil. Manuel Castells parçası olduğumuz dijital kültürü şu sözlerle tanımlar:
Çatışan aktörlerin değerlerinin ve çıkarlarının mücadeleye ve tartışmaya girerek toplumsal düzeni yeniden ürettikleri, onu yolundan çıkardıkları ya da eski ile yeni, billurluk kazanmış hakimiyetinin geçmişi ile dünyayı değiştirmeye heveslenip bunun için mücadeleye hazır olanların ileri sürdüğü alternatif insan varoloşu projelerinin geleceği arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan yeni biçimlere yer açtıkları toplumsal alandır. [i]
Yeni teknolojilerle aramızdaki aşk ve nefret ilişkisi, pandemiyle birlikte had safhaya gelmiş durumdayken kendimize gizli gizli şunu sormaya başladık, tüm bunlara adapte olma konusunda afallıyor muyum ya da yetişemiyor muyum? Belki de böyle bir uyum zorunluluğum var mı diye de soruyor olabiliriz. İndirgenen yetenekler ve teknoloji araçlarının kullanımı arasında uçurum büyürken, günün sonunda düşündüğümüz, bizden istenilen o telekonferans toplantısını nasıl düzenleyeceğimiz oluyor. Bizden bir önceki nesillerin; annelerimizin ve babalarımızın teknolojiyle imtihanını eleştirirken, konumların ne kadar hızlı değişebileceğine bizzat şahit oluyoruz. Durumun, psikolojik, kurumsal ve toplumsal boyutu disiplinler arası bir yaklaşımın işaretlerini verse de merak edilen sorulardan biri teknolojiye adapte olma ve bu araçları etkin bir şekilde kullanma sorumluluğu, sadece bireysel yeteneklerimize veya motivasyonumuza yıkacağımız bir mesele mi? Yoksa çalışanların yanında şirketlerin de bu sorumluluğu taşıdığını söyleyebilir miyiz? Harvard Business Review’de, Frank Jürgen Richter ve Gunjan Sinha’nın yazısı bu sorumluluğu beş ana başlıkta inceliyor. Yazıdan temel ve alt başlıkları özetleyerek aktarırsak:
Teknoloji kullanımını teşvik edecek bir şirket kültürü oluşturmak
Bu kültürün teşvik edilmesinin getirileri: mali fayda, çözüm üretme ve davranış değişiklikleri gibi noktalarda katkı sağlıyor. Aynı zamanda, periyodik değerlendirmelerle personel yeterliliğin değerlendirilmesi, bu değerlendirmelerin, teknoloji benimseme puanlarını içerecek şekilde çeşitlenmesi, teşvik edici noktalardan biri olduğu belirtiliyor.
Teknoloji alanında yapılacak altyapı yatırımlarının önemi
Alt yapısı zayıf teknolojinin kullanımı aynı zamanda kullanıcı deneyimini zorlaştırdığı için, kurum içinde teknolojiyi benimseyen bir kültür oluşturma ancak Bilişim Teknoloji ağlarını ve sistemini, yazılımı ve süreçleri, kısaca işin operasyon kısmını iyi yürütmekten geçiyor. Bu yürütme için altyapı yatırımı ve uygulama planını devreye sokmak gerekiyor.
Merkezinde eğitim olan çalışma kültürü
Yeni teknolojileri, çalışanların salt becerilerine indirgemek yerine, sorumluluğu paylaşmak, teknolojik beceri ve öğrenim odaklı programları kurum içinde başlatmak ve çalışanlara bu konuda destek olmak.
Kısa vadeli planlar yerine uzun vadeli planlar
Gerçek anlamda dijital odaklı bir kültürün yerleşmesi için parçalı bir plan haritası yerine uzun vadeli, kalıcı planlar yapmak. Parçalı bir planın, eski teknolojilere kaçmak için kapı araladığı belirtiliyor.
Kural koyucular teknoloji ekosisteminin bir parçası
Devletlerin, teknolojinin benimsenmesini desteklemek ve güçlendirmek konusunda, pastadaki payı büyük. Özellikle Silikon Vadisi ve Singapur bu teknolojik ekosistem ve kültürün, devlet tarafından desteklendiği yerlerden. Bütün bu ekosistem salt uyum odaklı motivasyonlarla yaptığını söylemek de pek doğru değil. Özellikle yazıda belirtilenlerden biri, uluslararası arenada yaşanan veri güvenliği meseleleriyle ilgili olarak, hükümetlerin egemenlik ve ekonomik çıkar motivasyonlarıyla özel işletmelerle birlikte çalışmaya gitmesi. Bu noktada, orta ve küçük ölçekteki işletmeler, (KOBİLER)’in bu motivasyonlarla da hükümetler tarafından bizzat dijitalleşmeye teşvik edildiği belirtiliyor.
Tüm bunlar beraberinde patronaj ilişkileri ve teknolojik gelişimin demokratik olup olmadığı hakkında süregelen ikilikleri tekrar gündeme getiriyor. Ama günün sonunda, yüz yüze kaldığımız gerçeklik ya da yaratılan gerçeklik yeteneklerimizi yeni teknoloji kültürüne nasıl aktaracağımız, bu araçları nasıl kullanacağımız ve nasıl adapte olacağımız üzerine kurulu. İçinde hep bir retorik barından adaptasyon ve uyum kavramları ancak karşılıklı sorumluluklar aldığımızda, gerçekleşmesi mümkün görünüyor.
Bu yazı, Harvard Business Review’in, ‘‘Why Do Your Employees Resist New Tech?’’(Niye Çalışanlarınız Yeni Teknolojilere Direniyor?) başlıklı yazısından yararlanılarak yazılmıştır.
Kaynak: https://hbr.org/2020/08/why-do-your-employees-resist-new-tech#comment-section
[i] Manuel Castells, İletişimin Gücü, çev. Ebru Kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016.
İlk yorum yapan siz olun