Hızla değişen koşullar farklı kavram ve tanımlamaları beraberinde getiriyor. Şu an içinde bulunduğumuz dünyanın birkaç ay öncesinden çok farklı olduğunu düşünürsek iş yapma yöntemlerindeki hızlı değişim ve gelişim hiç şaşırtıcı değil. Agility kavramı temelde değişimlere ayak uydurma kabiliyetini yansıtıyor. Fiziksel ve psikolojik çağrışımları bir yana, şimdilerde yeniden tasarlanan çalışma yöntemleri için özel bir önemi var bu sözcüğün. Çeviklik, kıvraklık olarak Türkçeleştirebileceğimiz agility kavramı aslında internet ve bulut teknolojileri hayatlarımıza (ve işyerlerimize) girdiğinden beri ara ara gündeme geliyor. Bugün ise belki de en güncel zamanlarını yaşıyor.
Çevikliğin güncel önemine geçmeden önce bu kavramın ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını anlamakta fayda var. Elbette hepimiz Covid-19’dan önce de çalışanların 9-6 çalışma düzeninden, saatlerce bir ofise tıkılı kalmanın yarattığı verimsizlikten ve can sıkıntısından yakındığını duymuşuzdur. Daha 2002 senesinde KPMG iletişim danışmanlığı başkanı Martin Heath, The Guardian’a verdiği ropörtajında hızla değişen market koşulları ve taleplere yönelik esnek çalışma yöntemleri geliştirilmesinin gerekliliğinden bahsediyordu. Ona göre geleneksel ofis kavramı git gide ofis dışına açılacaktı ve bir ofisin sağlayacağı bütün teknolojik imkanlar bir mobil cihaza taşınacaktı. BT Retail’in bir bölümü olan BT Major Business’ın genel müdürü Danny McLaughlin de yine The Guardian’a verdiği ropörtajda bunun için gerekli teknolojik altyapıya vurgu yapıyordu:
“Organizasyonların daha çevik olmasının yolu daha çevik olmalarını sağlayacak altyapıyı kurmaktan geçer. Bilgi teknolojileri sistemleriniz ve ağlarınız esnek bir çalışma düzenine, anlık mesajlaşmaya ve videokonferansa olanak sağlamalı.”
2000’lerin başından itibaren şirketler git gide piyasanın taleplerine cevap verme hızlarının bilindik çalışma tarzları tarafından değil de piyasanın kendisi tarafından belirlenmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. “Agile working” elbette yalnızca altyapı değişimleriyle sınırlı değildi. Ofis ortamının dekorasyonundan kişisel gelişime uzanan bir etki alanı oldu bütün bu tartışmaların. Bunun yanında, Covid-19 öncesi çevik ve esnek kabul edilen çalışma tarzlarıyla bugün zorunlu ve kaçınılmaz olarak esnekleşen çalışma tarzları arasında şüphesiz ki pek çok fark var.
Hayatımız bir global pandemi tarafından değişmeden önce iş ortamındaki çeviklik; açık ofis, beraber çalışmaya uygun yuvarlak masalar, hiyerarşi yerine takım çalışması vurgusu, gerektiğinde evden ya da yoldan çalışabilme imkanı gibi elementlerle şekilleniyordu. 2018’de Daniel Newman, Forbes için yazdığı yazısında iş yerindeki çevikliğin bir getirisinin “çalışanların nerede, ne zaman ve nasıl çalışmak isterlerse çalışabilecekleri” olduğunu söylüyordu. Hem altyapının, hem fiziksel çalışma ortamının hem de insanın daha esnek olmasının aynı zamanda verimliliği ve insanların iyi olma halini (well-being) artıracağı düşünülüyordu. “-du” diyorum çünkü şu an içinde bulunduğumuz dönemde esnek çalışma yöntemleriyle alakalı fikirlerimiz yeni ve farklı deneyimlerle şekilleniyor.
Pandemi Döneminde Çeviklik
Hayatlarımızın ve alıştığımız her şeyin Covid-19 tarafından tehdit edildiği şu sıralarda ancak çevik davranabilen şirket ve girişimlerin varlığını sürdürebileceği bir gerçek. Bununla ilgili sektör analisti Josh Bersin’in Haziran sonunda Bersin Academy ve HR Tech Conference tarafından düzenlenen webinarda söyledikleri anlamlı: “Çevik olmak [eskiden] teorik bir kavramdı, şimdi ise çevik olmak zorundayız.” Peki bu nasıl olacak? Zira geleneksel iş ortamını küçük değişiklikler ve motivasyonel konuşmalarla daha çevik ve esnek hale getirmek bir şey, global bir pandeminin etkisi altında kısa zaman içerisinde yepyeni organizasyonel çözümler bulmak ise bambaşka bir şey.
Covid-19’un iş insanlarına öğrettiği şeylerden biri daha dayanıklı şirketler ve şirket içi ağlar kurmak. Dayanıklılık, şirketlerin VUCA olarak kısaltılan niteliklere sahip olaylar karşısında güçlü kalıp kalamadığıyla ölçülüyor. VUCA, bir organizasyonun karşılaşabileceği volatile (değişken), unpredictable (beklenmedik), complex (karışık) ve ambiguous (belirsiz) olayları ifade ederken kullanılıyor. McKinsey’in araştırmasına göre bu dayanıklılığı taşıyan şirketler pandemide yalnızca hayatta kalmayacak, dayanıksız rakiplerine göre çok daha fazla büyüyecek.
Bu bahsettiklerimiz akıllarda büyük ve karmaşık organizasyonel yapılarda gerçekleştirilebilecek inovasyonları canlandırsa da küçük işletmelerde de uygulanmaları mümkün ve belki çok daha hayati. South China Morning Post’un Nisan ayında hazırladığı bir habere konu olan ve Chicago’daki restoranının fırınında tıbbi personel için siperlik üretmeye başlayan bir pizzacı buna verilebilecek başarılı örneklerden biri. Haftada 5000 siperliğin üretildiği restoran artık hem iki farklı iş kolunda faaliyet gösteriyor hem de pandeminin yarattığı tıbbi malzeme sıkıntısına bir çözüm bulmuş oluyor.
Bu gibi dayanıklı diyebileceğimiz işletmelerin sahip olması gereken en önemli nitelik çok fazla zaman veya kaynak harcamadan kritik ve etkili hamleler yapabilmek. Bunu başarabilmek için ise farklı finansal opsiyonlar ve beklenmedik finansal sıkıntılarda tampon görevi görebilecek mali imkanlar, iyileştirilmiş bir maliyet planı, hızlı öğrenme döngüleri, yeni liderlik pratikleri, insan odaklı bir kültür ve güvenilir bir tedarik zincirine ihtiyaç var. Farklı mali kaynaklar bulmak ve esnek ödeme planları oluşturmak, üretim, altyapı ve ulaşım maliyetlerini azaltacak çözümler bulmak finansal olarak bir şirketi çevik kılıyor. Ürün bazında düşünürsek insanların pandeminin varlığında da satın almak isteyecekleri ürünler ve hizmetler yaratmanın kritik olduğunu söyleyebiliriz. Sanal hizmetler, eve servis, medikal ürün ve teknolojiler bunlardan bazıları. Durmaksızın öğrenmek ve gerekirse eski alışkanlıkları bırakmak da dayanıklılık için şirketlerin kazanması gereken özelliklerin başında geliyor.
Pandemide Bireysel Çeviklik
Çeviklik, esnek çalışabilme imkânı üzerine vurgu yapıyor. Evden veya uzaktan esnek diyebileceğimiz şekilde çalışmak artık birçok insan için yeni normal haline gelmiş durumda. Teorik bir tartışmadan ibaret iken özgürlük ve serbestliği çağrıştıran bu kavram şimdi içinde bulunduğumuz durumda farklı anlamlar taşıyor. Evden/uzaktan çalışmak elbette sosyal ve ekonomik eşitsizliklerden bağımsız bir şekilde var olmuyor; evde iş ve kişisel hayat dengesini kurabilmek farklı gelir grupları için aynı olmadığı gibi kadınlar ve erkekler için de -özellikle ortada ilgilenilmesi gereken bir çocuk varsa- farklı deneyimleri ve zorlukları beraberinde getiriyor.
Global online işe alım platformu Monster’ın Temmuz ayında yaptığı bir ankete göre çalışanların yüzde 69’u evden çalıştıkları bu süreçte tükenmişlik semptomları gösteriyor. Mayıs ayından yapılan benzer bir ankete kıyasla oranda yüzde 20’lik bir artış söz konusu. Tükenmişlik haline rağmen çalışanların yüzde 59’u işlerini normalden daha kısa sürede tamamladığını belirtiyor ve yüzde 42’si dinlenmek için işten bir süreliğine de olsa uzaklaşmayı düşünmüyor. İş ve özel hayat ayrımının bulanıklaşmasının yanında pandeminin devam etmesi durumunda işlerini kaybetme veya maaş kesintisiyle karşılaşma gibi korkular çalışanların hayatını zorlaştırıyor.
İş ve özel hayat ayrımının çalışan ve özellikle çocuklu kadınlar için hali hazırda bir sorun teşkil ettiği bilinirken, ancak erkeklerin de ev içi sorumluluklarla daha çok yüzleşmeye başladığı pandemi dönemde büyük bir gündem olması elbette şaşırtıcı değil. Bunun yanında İngiltere’nin SOAS Üniversitesi’nden Prof. Deniz Kandiyoti’nin analizine göre, günlük hayatta aile hayatını destekleyen okul, kreş, kurs gibi kurum ve hizmetlerin pandemiyle birlikte ortadan kalkmasıyla bu hizmetlerin tamamı aileye ve daha çok kadınlara yüklenmiş oldu. Bir yandan erkeklerin ev içinde kadınlar tarafından sürdürülmekte olan düzenin bir parçası olması ev içi emeğin eşit dağıtımı için bir ortam hazırlayabilecek iken diğer yandan çocuğun eğitimi ve sosyalleşmesi gibi sorumlulukların yükünün pandemiyle birlikte çalışan veya çalışmayan kadınların omzuna yüklenmiş olduğunu görüyoruz. Bunların hepsi iş yapma süreçlerinde olduğu gibi aile içindeki dinamikleri de derinden sarsıyor. Bu değişim dönemi, ev içi emek açısından toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanmasıyla daha eşitlikçi bir alan oluşturulması imkanını beraberinde getirirken yalnızca kadınlar üzerindeki ev içi emek yükünün artmasıyla da sonuçlanabilir. İçinde bulunduğumuz koşullarda şirketler daha çevik hale gelirken insanlar bu modeli takip edebilecek mi? Ve herkes eşit derecede çeviklik gösterebilecek imkana sahip mi? Bunlar üzerine düşünmemiz gereken sorular.
Kaynaklar:
https://www.theguardian.com/money/2010/sep/18/agile-working-flexibility-team-work
https://www.fastcompany.com/90516862/why-agility-is-key-to-companies-surviving-the-pandemic
İlk yorum yapan siz olun